(Şuayb, kavmine Allah’ın dini üzere olmadıklarını ve böyle yaşadıklarında azaba uğrayacaklarını söyleyince) Şuayb’in kavminden, (hakka karşı) büyüklük taslayan ileri gelenler ona şöyle dediler: “Ey Şuayb! Muhakkak ki biz, seni ve sana tâbi olanları beldemizden çıkaracağız ya da bizim dinimize geri döneceksiniz.” Şuayb onlara şöyle cevap verdi: “(Dininizin bâtıl olduğunu bildiğimiz ve) Ona uymayı istemediğimiz hâlde mi bizden bunu yapmamızı istiyorsunuz?!”
(Şuayb, hakka karşı büyüklük taslayanların mu’minleri kendi bâtıl dinlerine döndürme isteklerine şöyle cevap verdi) “Allah, sizin bâtıl dininizden bizi kurtardıktan sonra eğer tekrar dininize dönersek (tâbi olursak) o zaman muhakkak ki Allah’a yalan isnat etmiş oluruz. Biz (Allah’ın hak olan dinini terk edip) sizin bâtıl dininize girersek doğru yapmış olmayız, bu sebeple dinimizden dönmeyeceğiz, rabbimiz olan Allah dilemedikçe. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır (olmayacak olanı, olacak olanı, olduğunda nasıl olacağını ve olmuş olanı en ince teferruatıyla bilir, hiçbir şey O’na gizli değildir). Biz, Allah’a tevekkül ettik (O’na sığınıp güvendik, O bize yeter). Ey Rabbimiz! Bizim ile (hakka karşı gelip şirk üzere devam eden) kavmimiz arasında adaletli hükmünle hüküm ver. Şüphesiz sen, hüküm verenlerin en hayırlısısın.”
Şuayb’in kavminden (tevhid davetine icabet etmeyip şirk üzere yaşamaya devam eden) ileri gelen kâfirler ise iman edenlere şöyle dediler: “Eğer Şuayb’e icabet ederseniz (babalarınızın dinini terk edip onun tevhid dinine sarılırsanız) mutlaka kaybedenlerden (helake uğrayanlardan) olursunuz.”
Bunun üzerine Şuayb’i yalanlayanları şiddetli bir sarsıntı yakaladı ve böylece bulundukları yerde, dizleri ve yüzleri yere yapışmış bir vaziyette helak oldular.
Şuayb’i yalanlayanların hepsi helak edildi ve daha önce yaşadıkları bu yerde sanki hiç bulunmamış ve yaşamamış gibi oldular. Böylece kaybeden, (Şuayb ve yanındaki mu’minler değil) Şuayb’i yalanlayanlar oldu.
Şuayb (kâfir kavmini helake uğrarken görünce) kavminden yüz çevirip onlara şöyle dedi: “Ey müşrik kavmim! Ben, Rabbimin bana verdiği vahyi size tebliğ ettim ve (şirki terk edip tevhide sarılmanız için) size her türlü öğüdü verdim (fakat beni dinlemediniz). Durum böyleyken (hakkı reddedip ona karşı gelen) kâfir kavmin azaba uğratılmasından dolayı neden üzüleyim ki?!”
Bilinmelidir ki bir beldeye bir nebi gönderdiğimizde oranın halkı o nebiyi yalanlarsa onları mutlaka şiddetli geçim darlığına ve vücutlarına zarar verecek belalara uğratırız. Olur ki (hatalarını anlayıp işledikleri şirk, küfür, zulüm ve günahlardan vazgeçer ve) gerektiği gibi Rablerine boyun eğerler.
(Kendilerine gelen rasulleri yalanlayıp tâbi olmadıkları için) Kıtlık ve hastalıklar verdikten sonra (bunlardan ibret almayıp şirklerine devam edince) sayıları ve malları çoğalıncaya kadar onların hastalıklarını sağlıkla ve fakirliklerini zenginlikle değiştirdik. Ve onlar (başlarına gelen hâllerin değişmesindeki hikmeti anlamayıp) şöyle dediler: “Bize isabet eden sıkıntı ve ferahlık, daha önce babalarımıza da isabet etmişti.” Bunun üzerine (kendilerine verilen bol rızık ve sıhhat ile kibirlenip mutluluk içinde yaşarken) azaba uğrayacaklarını hiç düşünmedikleri bir sırada onları ansızın azapla yakalayıp helak ettik.