Ve (ey iman edenler! Sözleriniz, amelleriniz ve her hâlinizle daima) Allah’a ve rasulüne itaat edin! (Savaşta) Birbirinizle ihtilafa girip çekişmeyin; yoksa zaafa ve korkaklığa düşer, kuvvetinizi kaybedersiniz. Ve (düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman) sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir (onlara yardım eder ve onları muzaffer kılar).
(Bedir’de mu’minlerle savaşmak için) Böbürlenip çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak ve (onları) Allah’ın yolundan (İslam dinine girmekten ve bu dini yaşamaktan) alıkoyarak memleketlerinden (Mekke’den) çıkan müşrikler gibi de olmayın! Bilinmelidir ki Allah, onların yaptığı her şeyi kuşatmıştır (onların amellerini en ince teferruatına kadar bilendir ve onları hak ettikleri şekilde cezalandıracaktır).
(Ey mu’minler, şeytanın kâfirleri nasıl kandırdığını hatırlayın!) Şeytan, Müslümanlarla savaşmaları için müşriklerin amellerini kendilerine süslü göstererek (Müslümanları rahatlıkla yeneceklerine inandırarak) onları memleketlerinden çıkmaya teşvik etmiş ve şöyle demişti: “Bugün insanlardan hiç kimse size galip gelemez ve ben de (düşmanlarınıza karşı) yardım edip sizi muzaffer kılacağım.” Fakat iki ordu (mu’minler ve meleklerden oluşan ordu ile müşrikler ve şeytanlardan oluşan ordu) savaşmak için birbiriyle karşılaşınca şeytan (müşrikleri savaşın ortasında yardımsız bırakarak) geri dönüp kaçmış ve şöyle demişti: “(Ey Mekkeliler!) Muhakkak ki ben sizden beriyim çünkü ben, sizin görmediğiniz şeyi (mu’minlere yardım, sizi ise helak etmek için gelen melekleri) görüyorum. Muhakkak ki ben Allah’tan (O’nun azabından) korkarım, çünkü Allah’ın azabı (cezalandırması) çok şiddetlidir (ona hiç kimse dayanamaz).”
Münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların şu sözleri söylediği zamanı da hatırlayın: “Bu Müslümanları tâbi oldukları din, (sayıları az olmasına rağmen kendilerinden daha üstün olan ordu karşısında muzaffer olabileceklerini vâdederek) aldatmıştır.” (Bu sözü söyleyenler, Allah’a gerçek manada tevekkül eden ve O’nun verdiği zafer sözüne inanan kişileri Allah’ın mutlaka muzaffer kılacağını idrak etmiyorlar.) Bilinmelidir ki Allah, kendisine gerçek manada tevekkül eden mu’min kullarını hiçbir zaman (sayıları ne kadar az olsa da) yardımsız bırakmaz. Çünkü Allah (عَـزِيـز) ʿAzîz’dir (kendisine asla galip gelinemeyen, her meselede dilediği gibi izzetle hüküm veren, kendisinden hesap sorulmayan ve emrine muhalefet edenleri hak ettikleri şekilde cezalandırandır), (حَـكِـيـم) Ḥakîm’dir (verdiği her hükümde hikmet sahibi olan, hikmetiyle her şeyi yerli yerine koyan, sadece hakkı söyleyen, her fiili doğru ve mükemmel olan, emirlerine bile bile karşı gelenleri hikmeti gereği cezalandırandır).
Ve ey rasulüm! Melekleri, kâfirlerin (Allah’ın tevhidini inkâr edip rasulünü yalanlayanların) yüzlerine ve kıçlarına vurarak ve onlara, “Yakıcı ateş azabını tadın bakalım!” diyerek ruhlarını bedenlerinden çıkarırken bir görseydin (gerçekten çok muazzam bir şey görmüş olurdun).
(Ey kâfirler! Ruhlarınız alınırken) Bu şekilde azaba uğratılmanız, (dünyada) kendi ellerinizle yaptığınız şeylerden (işlediğiniz küfür ve şirklerden) dolayıdır. Bilin ki Allah, kullarına asla zulmedici değildir (bilakis onlar hakkında adaletle hüküm verendir).
İşte bu azap (yüze ve kıça vurularak ruhun alınması), sadece (Bedir’de öldürülen) bu kâfirlere has değildir (Allah’ın sünneti gereği her zaman ve her mekândaki kâfirlerin başına gelen bir azaptır), Firavun ile ona tâbi olan kavminin ve onlardan daha önce yaşamış (kâfir) kavimlerin başına geldiği gibi. Onlar, Allah’ın apaçık ayetlerini yalanlamışlardı da Allah onları küfür ve şirklerinden dolayı azapla yakalamıştı. Muhakkak ki Allah (her şeye gücü yeten) kuvvet sahibidir (hiç kimse O’nu yenemez) ve azabı (kâfirlere) çok şiddetli olandır.