(Kendilerine gelen haktan bile bile yüz çeviren) O kâfirler, kudretimizin eseri olarak kendileri için yarattığımız enamları (deve, sığır, keçi ve koyunları) görüp de ibretle düşünmüyorlar mı?! Onlar bu enamlara sahip oluyor ve onları maslahatlarına göre diledikleri gibi kullanıyorlar.
Ve biz, o enamları (deve, sığır, keçi ve koyunları) onlara boyun eğdirdik; onlardan kimisini binek olarak kullanırlar (hem kendileri biner hem de yüklerini taşırlar), kimisinin de etlerinden yiyip faydalanırlar.
Ayrıca bu enamlarda sırtlarına binme ve etlerinden yeme dışında onlar için başka faydalar da vardır (derisinden, kılından, yününden, ticaretinden faydalanmak gibi). Ve onların sütlerinden de içerler. Neden hâlâ Allah’ın bu nimetlerine karşılık şükretmiyorlar (sadece O’na ibadet edip bütün şirkleri terk etmiyor ve hayatlarını O’nun şeriatine göre düzenlemiyorlar)?!
O müşriklerin Allah’tan başka ibadet ettikleri ilahları asla onları muzaffer kılamaz ve Allah’ın azabından koruyamazlar (hatta kendilerine bile yardım edemezler). O müşrikler, Allah’tan başka ibadet ettikleri ilahlarının (dünyada iken) koruyucu askerleri idiler. Bilsinler ki (kıyamet gününde) bütün müşrikler ve (kendilerine ibadet edilmesine rıza gösteren) ilahları, azap için getirileceklerdir (ve o zaman birbirlerinden beri olacaklardır).
Ey rasulüm! Müşriklerin senin hakkında söyledikleri (“Rasul değilsin, şairsin, sihirbazsın veya kâhinsin!” gibi iftira olan) sözler seni üzmesin. Muhakkak ki biz, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da (en ince teferruatıyla) biliriz (onları hak ettikleri şekilde cezalandıracağız).
Dirilişi inkâr eden o insan, kendisini bir nutfeden (meni içindeki spermden) yarattığımızı (sonra doğuncaya kadar anne karnında değişik merhalelerden geçtiğini ve sonra nasıl büyüyüp geliştiğini) görmüyor mu?! Sonra bir de bakarsın hakka (tevhid, din ve diriliş konusunda bâtıl olan hüccetlerle rasulümüze) karşı açık husumet içinde cedelleşen biri olur. (Kendi yaratılışına bakarak öldükten sonra dirilişin mümkün olduğunu hâlâ anlamıyor mu?!)
Ve (hak kendisine geldiği hâlde küfründe ve şirkinde ısrar eden) o kâfir, kendisinin yoktan yaratıldığını unuttu da (öldükten sonra dirilme olmayacağını ispat etmek için çürümüş kemikleri) bize karşı delil göstererek şöyle dedi: “Bu kemikleri çürüdükten sonra kim canlandırabilir ki?!”
Ey rasulüm! Sen ona şöyle cevap ver: “Bu çürümüş kemikleri ilk defa yaratan, elbette onlara tekrar can verir (çünkü ilk defa yaratan, tekrar can vermekten âciz olmaz). Ve biliniz ki O, bütün yaratılanlar hakkında her şeyi (en ince ayrıntısına kadar) bilendir (hiçbir şey O’na gizli değildir).”
Gökleri ve yeri yoktan yaratan, tekrar onlar gibilerini yaratmaya (ve ölüleri canlandırmaya) kadir değil midir?! Elbette kadirdir. Ve O; (ٱلۡـخَـلَّاق) el-Ḫallāk’tır* (çokça yaratandır), (ٱلۡـعَـلِيـم) el-ʿAlîm’dir (her şeyi ve yarattıklarını en ince teferruatıyla bilendir, hiçbir şey O’na gizli değildir).
* Allahu Teâlâ yaratmadan önce de yaratıcıdır, yarattığı için “yaratıcı” sıfatını almış değildir. Eğer “Allahu Teâlâ ezelde hep yaratır çünkü öyle olmazsa yaratıcı sıfatı ta’til edilmiş olur ve bu, Allahu Teâlâ’nın kemaline uygun değildir.” denilirse bu, doğru olan bir inanç değildir. Çünkü bu inanca göre kdîm (قَدِيم) bir yaratılan yani Allahu Teâlâ’nın varlığıyla beraber bir varlık var demektir, bu ise tevhid akidesine zıttır. Çünkü kdîm (قَدِيم) olan sadece Allahu Teâlâ’dır ve “yaratıcı” sıfatı kdîm (قَدِيم) olan bir sıfattır. Bu sıfatın tecellisi yani bir yaratığı meydana getirmesi ise Allahu Teâlâ’nın iradesine bağlıdır. Bu sebeple Allahu Teâlâ’nın yaratıcı sıfatının mutlaka işlemesi gerektiğini, aksi hâlde bu sıfata eksiklik verilmiş olacağını söyleyen bir kişi “Allahu Teâlâ yarattığı için yaratıcı sıfatına sahiptir.” demiş olur. Ayrıca Allahu Teâlâ’nın kendi dilemesiyle yaratmadığını, yaratmaya mecbur olduğunu yani el-fâʿilul muḫtâr olmadığını söylemiş olur. Böyle bir kişi ise Allahu Teâlâ’yı tanımıyor demektir.
Muhakkak ki O, bir şeyi var etmeyi irade etmişse* (ki iradesi ezelidir) ona “(Şu vakitte) Ol!” der, o da (tayin ettiği vakit geldiğinde) hemen oluverir.
* Allahu Teâlâ’nın iradesi zâti sıfatlarındandır. Onda asla bir değişme olmaz. Allahu Teâlâ bir şeyi irade etmişse mutlaka gerçekleşecektir. Allahu Teâlâ’nın iradesi ezeli ve kdîm (قَدِيم)’dir. Asla hâdis; yani önce yoktu, sonra var olmuş değildir. Hâdis olan, Allahu Teâlâ’nın iradesinin taallukudur. Allahu Teâlâ yaratacağı şeyi, ne zaman, nerede, nasıl var olacağını ve bütün sıfat ve özelliklerini ezelde tayin etmiştir ve var olmasını istediği şeyin zamanı geldiğinde, ezelde irade ettiği şekilde hemen oluverir. Allahu Teâlâ’nın olmasını irade ettiği şey hâdistir fakat Allahu Teâlâ’nın iradesi hâdis değildir. Bu sebeple “Allah’ın iradesi hâdistir yani daha önce irade etmediği şeyi sonradan irade edebilir veya Allah’ın iradesi değişkendir yani daha önce bir şey irade etmiş, sonra bu iradesini değiştirebilir.” sözü, küfür olan bir sözdür. Çünkü Allahu Teâlâ’nın iradesi ilmine uygundur ve daha önce irade etmemiş, sonra irade ediyor ya da iradesi değişebilir sözü, Allahu Teâlâ’nın ilminin kdîm (قَدِيم) olmadığı, her şeyi kuşatmadığı, yeni ilimler edindiği ve yeni edindiği ilme göre irade ettiği manasına gelir.
Her şeyin mülkiyeti ve yönetimi elinde olan Allah, müşriklerin vasfettiği noksan sıfatlardan (mahlukata benzeme; eşi, ortağı ve çocuğu olma gibi zatına layık olmayan şeylerden ve âcizlikten) münezzeh ve yücedir. Ve (kıyamet gününde hesaba çekilmek için) yalnız O’na döneceksiniz (dünyada yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız).