42:16

وَٱلَّذِينَ يُحَآجُّونَ فِي ٱللَّهِ مِنۢ بَعۡدِ مَا ٱسۡتُجِيبَ لَهُۥ حُجَّتُهُمۡ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمۡ وَعَلَيۡهِمۡ غَضَبٞ وَلَهُمۡ عَذَابٞ شَدِيدٌ ١٦

Ve hakkı isteyenler gerçek manada Allah’ın birliğine iman edip sadece O’na ibadet ettikten sonra, (Allah’ın birliğini ve rasulüne indirdiği şeriati iptal etmek için) birtakım deliller getirerek cedelleşenlere gelince; onların ileri sürdüğü bütün deliller Rablerinin katında (ve mu’minler katında) bâtıldır. Ve (hakkı bile bile reddettikleri için) Allah’ın ğadabı* onların üzerinedir ve (kıyamet gününde) onları şiddetli bir azap beklemektedir.

* Allahu Teâlâ’nın ğadablanması, bazı âlimlere göre Allahu Teâlâ’nın ceza vermesidir. Çünkü Allahu Teâlâ’ya zahiri manasına göre ğadab sıfatı verilirse Allahu Teâlâ ğadablandığında daha önce ğadablanmamış manasına gelir. Yani Allahu Teâlâ yeni bir sıfat edinmiş olur. Bu ise Allahu Teâlâ’ya layık değildir çünkü Allahu Teâlâ’nın bütün sıfatları kdîm (قَدِيم)’dir. Kur’ân’da Allahu Teâlâ hakkında bunun gibi zahiri teşbihi çağrıştıran bazı lafızlar geçmektedir. Bütün ehlisünnet âlimleri, bu kelimelerin teşbihi çağrıştıran manalarını asla kabul etmeyip Allahu Teâlâ’yı bu manalardan tenzih ettiler. Ancak mana verme konusunda üç yol takip ettiler. Birinci yol, sahabelerin çoğunun yoludur. Sahabelerin çoğu, ayetten istenilen genel manayı anlamakla birlikte bu kelimelerin Allahu Teâlâ’ya layık olmayan manalarından Allahu Teâlâ’yı tenzih ederek mana vermeden olduğu gibi okudular ve “Bu kelimelerin manası, okuyuşudur.” deyip manasını Allahu Teâlâ’ya havale ettiler. Örneğin Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Bilakis Allah’ın iki yed’i açıktır.” (El-Mâide: 64). Onlar bu ayeti okurken ayetin genel manasını yani Allahu Teâlâ’nın cimri değil bilakis çok cömert olduğunu anladılar. Ayette geçen “يَدَاهُ (iki yed’i)” kelimesi üzerinde ise durmayıp olduğu gibi okudular; asla uzuv olan yed manasını anlamadılar ve Allahu Teâlâ’yı bundan tenzih edip gerçek manasını Allahu Teâlâ’ya havale ettiler. Sahabelerin çoğu bu tavrı takındı. Az bir kısım sahabe ise yine zahiri manasından Allahu Teâlâ’yı tenzih ederek bu gibi lafızları Arapçaya uygun şekilde, Allahu Teâlâ’ya layık bir manaya tevil etti. Onlardan sonra gelen âlimlerden bir kısmı sahabelerin çoğunun yolunu takip ederken bir kısmı tevil yolunu seçti ve bunların bazısı mücmel tevil, bazısı ise tafsilatlı tevil yaptı. Mücmel tevil yapan âlimler, bu kelimelerin teşbihi çağrıştıran manasından Allahu Teâlâ’yı tenzih ederek Allahu Teâlâ kendisine nispet ettiği için bunları sıfat kabul etmiş ve gerçek manasını sadece Allahu Teâlâ’nın bildiğini, mutlaka O’na layık bir manası olduğunu söylemiştir. Tafsilatlı tevil yapan âlimler ise bu kelimelere Arapçaya uygun şekilde, Allahu Teâlâ’ya layık bir mana verdiler. Fakat hiçbir zaman bu mananın kesin olduğunu söylemediler. Örneğin “Ğadab Allah’ın cezası, rıza ise mükâfaatıdır.” dediler. İster tafvid ister tevil yolunu seçsin, hiçbir ehlisünnet âlimi bu kelimelere zahiri manasını yani teşbihi çağrıştıran manaları vermediler. Böyle yapanlar ancak mücessime olanlardır.

42:17

ٱللَّهُ ٱلَّذِيٓ أَنزَلَ ٱلۡكِتَٰبَ بِٱلۡحَقِّ وَٱلۡمِيزَانَۗ وَمَا يُدۡرِيكَ لَعَلَّ ٱلسَّاعَةَ قَرِيبٞ ١٧

Allah, kitabı (Kur’ân’ı) hak ile (kulları arasında zulmedilmeden hükmedilsin diye) indirendir ve O, mizanı (adaleti) da indirmiştir. Ne bilirsin, belki de kıyametin saati çok yakındır!

42:18

يَسۡتَعۡجِلُ بِهَا ٱلَّذِينَ لَا يُؤۡمِنُونَ بِهَاۖ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مُشۡفِقُونَ مِنۡهَا وَيَعۡلَمُونَ أَنَّهَا ٱلۡحَقُّۗ أَلَآ إِنَّ ٱلَّذِينَ يُمَارُونَ فِي ٱلسَّاعَةِ لَفِي ضَلَٰلِۭ بَعِيدٍ ١٨

Kıyamet gününe iman etmeyenler, (korkusuzca ve alayvari bir şekilde) “Haydi, o gün çabuk gelsin de görelim!” derler. İman edenler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek olduğunu bilirler. Şu bir gerçektir ki kıyametin kopması hakkında şüphe edenler ve haksız yere cedelleşenler, derin bir sapıklık içindedirler.

42:19

ٱللَّهُ لَطِيفُۢ بِعِبَادِهِۦ يَرۡزُقُ مَن يَشَآءُۖ وَهُوَ ٱلۡقَوِيُّ ٱلۡعَزِيزُ ١٩

Allah, kullarına (لَـطِيـف) Latīf’tir (kullarına lütufta bulunan, onlar için hayırlı ve menfaatlerine olan şeyleri kolaylaştırıp muvaffak kılan ve kullarını yumuşaklıkla ıslah edendir). Dilediği kuluna (hikmeti gereği) karşılıksız bol rızık verir (dilediğine ise az rızık verir). Ve O; (ٱلۡـقَـوِيّ) el-Kaviyy’dir (her şeye gücü yeten kuvvet sahibidir, hiç kimse O’nu yenemez), (ٱلۡـعَـزِيـز) el-ʿAzîz’dir (her konuda dilediği gibi izzetle hüküm verendir; rasullerine karşı gelen, emirlerine itaat etmeyen ve kendisine ibadet etmekte büyüklenen kâfirlere azabı şiddetli olandır).

42:20

مَن كَانَ يُرِيدُ حَرۡثَ ٱلۡأٓخِرَةِ نَزِدۡ لَهُۥ فِي حَرۡثِهِۦۖ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرۡثَ ٱلدُّنۡيَا نُؤۡتِهِۦ مِنۡهَا وَمَا لَهُۥ فِي ٱلۡأٓخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ ٢٠

Kim işlediği amellerle ahiret mükâfaatını istiyorsa onun mükâfaatını kat kat artırırız. Kim de işlediği amellerle (geçici) dünya nimetlerini istiyorsa ona dünya nimetlerinden (takdir ettiğimiz nasibi kadar) veririz. Fakat (dünyayı tercih ettiği için) onun ahirette (verilecek nimetlerden) hiçbir nasibi olmayacaktır.

42:21

أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَٰٓؤُاْ شَرَعُواْ لَهُم مِّنَ ٱلدِّينِ مَا لَمۡ يَأۡذَنۢ بِهِ ٱللَّهُۚ وَلَوۡلَا كَلِمَةُ ٱلۡفَصۡلِ لَقُضِيَ بَيۡنَهُمۡۗ وَإِنَّ ٱلظَّٰلِمِينَ لَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٞ ٢١

Yoksa o müşriklerin, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinde hüküm koyma yetkisine sahip Allah’a ortak kıldıkları varlıklar mı var?! (Bilsinler ki her konuda mutlak hüküm* koyucu sadece Allah’tır çünkü hak ilah O’dur; sadece O’na ibadet edilir.) Eğer daha önce (insanlar arasındaki ihtilafa dünyada değil de) tayin edilmiş belli bir zamanda (ahirette) hüküm verileceğine dair Rabbinin hükmü olmasaydı dinde ihtilafa düştükleri konularda (dünyada) hüküm verilirdi (ve gereken ceza uygulanırdı). Ve muhakkak ki (küfür, şirk ve günah işleyerek nefsine zulmeden) zalimleri (kıyamet gününde) bekleyen çok can yakıcı azap vardır.

* Mutlak hüküm verme hakkı; her konuda, hiç kimseye ve hiçbir şeye bağlı olmaksızın dilediği gibi hüküm vermek demektir. Bu hak sadece Allahu Teâlâ’ya aittir. Ancak Allahu Teâlâ dilediği konuda dilediği gibi hüküm koyma hakkına sahiptir. Hiç kimse O’nun hükmünü sorgulayamaz. Kim bu hakkı sadece, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allahu Teâlâ’ya verirse O’nu tevhid etmiş olur. Kim, herhangi bir konuda, Allahu Teâlâ’ya rağmen dilediği gibi hüküm koyma; iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış ve buna benzer sınırları tayin etme hakkını kendisinde görürse Allahu Teâlâ’ya ait olan mutlak hüküm koyma hakkını kendisinde görmüş, ilahlık taslamış ve kâfir olmuş olur; kim de böyle birine bu hakkı verirse veya ona itaat ederse ya da bu hakkı ona verenleri Müslüman görürse Allahu Teâlâ’nın hakkını kendisinde görenleri ilah tayin etmiş ve böyle birini ilah edinenlerin hak üzere olduklarını tasdik etmiş olur.

42:22

تَرَى ٱلظَّٰلِمِينَ مُشۡفِقِينَ مِمَّا كَسَبُواْ وَهُوَ وَاقِعُۢ بِهِمۡۗ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فِي رَوۡضَاتِ ٱلۡجَنَّاتِۖ لَهُم مَّا يَشَآءُونَ عِندَ رَبِّهِمۡۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلۡفَضۡلُ ٱلۡكَبِيرُ ٢٢

Ey rasulüm! (Ahiret gününde) Zalimlerin (nefsine zulmeden müşriklerin) işledikleri kötü amellerden (küfür, şirk ve zulümlerinden) dolayı korkudan titrediklerini görürsün. (Korksalar da korkmasalar da) İşledikleri kötü amellerin cezası mutlaka başlarına gelecektir. (Allah’a, rasulüne ve ona indirilenlere gerçek manada) İman edip salih ameller (Allah için ve istediği şekilde ameller) işleyenlere gelince; onlar, cennetlerin güzel bahçelerinde yaşayacaklardır. Orada, Rableri katından istedikleri her şeye sahip olurlar. İşte bu, gerçekten de (hiçbir ikramın seviyesine ulaşamadığı) Allah’ın büyük ikramıdır.