سَنَسِمُهُۥ عَلَـى ٱلۡـخُـرۡطُومِ ١٦
Biz, (hakka karşı kibirlendiği için) yakında onun burnunu alçaklık simgesiyle damgalayacağız (ve bu simge, üzerinde devamlı kalacaktır).
سَنَسِمُهُۥ عَلَـى ٱلۡـخُـرۡطُومِ ١٦
Biz, (hakka karşı kibirlendiği için) yakında onun burnunu alçaklık simgesiyle damgalayacağız (ve bu simge, üzerinde devamlı kalacaktır).
إِنَّا بَلَوۡنَـٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَـٰبَ ٱلۡـجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِيـنَ ١٧
Muhakkak ki biz vaktiyle bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi o müşrikleri de (açlık ve kıtlıkla) imtihan ettik. O bahçe sahipleri, (fakirlere tasadduk etmemek için) bahçelerinin ürünlerini sabah erken saatte devşireceklerine dair yemin edip sözleşmişlerdi.
وَلَا يَـسۡتَـثۡـنُونَ ١٨
Ve yemin ederken bir istisnada da bulunmamışlardı (“İnşâallah-Allah’ın izniyle!” dememişlerdi).
فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ ١٩
Fakat (geceleyin) onlar daha uykuda iken Rabbinin katından, bütün bahçeyi kuşatan bir afet (ateş) o bahçeye gönderildi (ve bütün ürünleri yok etti).
فَأَصۡبَحَتۡ كَٱلصَّرِيمِ ٢٠
Böylece o bahçe, karanlık gece gibi kapkara oldu.
فَتَنَادَوۡاْ مُصۡبِحِيـنَۙ ٢١ أَنِ ٱغۡدُواْ عَلَـىٰ حَرۡثِـكُـمۡ إِن كُنتُمۡ صَـٰرِمِيـنَ ٢٢
Bahçe sahiplerine gelince; onlar (bahçelerinin hâlinden habersiz) sabah erken vakitte (bir an önce bahçelerine gitmek için) birbirlerini çağırıp şöyle dediler: “Eğer ürünlerinizi (fakirler gelmeden önce) devşirmekte kararlı iseniz haydi, erkenden yola çıkın!”
فَٱنطَلَقُواْ وَهُمۡ يَتَخَـٰفَتُونَۙ ٢٣ أَن لَّا يَدۡخُلَنَّهَا ٱلۡيَوۡمَ عَلَيۡكُـم مِّسۡكِيـنٞ ٢٤
Hemen hızlı bir şekilde bahçelerine doğru yola çıktılar ve yolda birbirlerine tavsiye ve cesaret vererek fısıltıyla, “Bugün bir an evvel bahçeyi devşirelim ki fakirler ürün istemek için bahçeye girmesin!” dediler.
وَغَدَوۡاْ عَلَـىٰ حَرۡدٖ قَـٰدِرِينَ ٢٥
Ve bahçenin ürünlerinden fakirlere hiçbir şey vermemekte azimli ve ısrarlı olarak sabah erken vakitte bahçelerine doğru yürüdüler.
فَلَمَّا رَأَوۡهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ ٢٦
Bahçelerine varıp da onu yanmış olarak kapkara bir hâlde görünce birbirlerine şöyle dediler: “Mutlaka yolumuzu şaşırmışız (bu, bizim bahçemiz olamaz)!”
بَلۡ نَـحۡنُ مَـحۡرُومُونَ ٢٧
Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler: “Doğrusu biz, (fakirlere bahçenin ürünlerinden vermemeye azmettiğimiz için ceza olarak) bahçenin ürünlerinden mahrum bırakıldık.”
قَالَ أَوۡسَطُهُمۡ أَلَمۡ أَقُل لَّكُـمۡ لَوۡلَا تُـسَبِّحُونَ ٢٨
Onların en iyi olanı şöyle dedi: “(Bu bahçenin ürünlerinden fakirlere yedirmemeye azmettiğinizde) Ben size, ‘Rabbinizi tesbih etsenize (bütün noksan sıfatlardan tenzih edip yücelterek tevbe etsenize)!’ dememiş miydim?”
قَالُواْ سُبۡحَـٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَـٰلِمِيـنَ ٢٩
Onlar şöyle dediler: “Biz Rabbimizi tenzih ediyoruz ve yaptığımızdan tevbe ediyoruz. Doğrusu biz, (bahçemizin ürünlerinden fakirlere vermemeye azmetmekle) nefsimize yazık etmişiz.”
فَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَـىٰ بَعۡضٖ يَتَلَـٰوَمُونَ ٣٠
Ardından birbirlerini suçlamaya başladılar.
قَالُواْ يَٰوَيۡلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَـٰغِيـنَ ٣١
Nihayet (pişmanlık içinde) şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten de biz, (fakirlerin hakkını vermemeye azmetmekle) haddimizi aşmıştık.”
عَسَـىٰ رَبُّنَآ أَن يُبۡدِلَنَا خَيۡـرٗا مِّنۡهَآ إِنَّآ إِلَـىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ ٣٢
“Umarız ki Rabbimiz, bu bahçe yerine bize ondan daha hayırlı bir bahçe verir. Muhakkak ki biz, sadece Rabbimize yöneliyoruz (O’ndan af ve hayır diliyoruz).”
كَذَٰلِكَ ٱلۡعَذَابُۖ وَلَعَذَابُ ٱلۡأٓخِرَةِ أَكۡبَـرُۚ لَوۡ كَـانُواْ يَعۡلَمُونَ ٣٣
İşte bu, emirlerimize karşı gelenleri dünyada uğrattığımız bir azaptır. Ahiretin azabı ise daha büyüktür. (Onun ne kadar şiddetli ve ebedî olduğunu) Keşke bilselerdi!
إِنَّ لِلۡمُتَّقِيـنَ عِندَ رَبِّهِمۡ جَنَّـٰتِ ٱلنَّعِيمِ ٣٤
Muhakkak ki muttakiler (Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından uzak duranlar) için Rableri katında, mutluluğu ve nimetleri eksilmeyen ve bitmeyen cennetler vardır.
أَفَنَجۡعَلُ ٱلۡمُسۡلِمِيـنَ كَٱلۡمُجۡرِمِيـنَ ٣٥
Biz, (kâfirlerin iddia ettiği gibi mükâfaat ve ceza konusunda) Müslümanları kâfirlerle bir tutar mıyız hiç?! (Asla!)
مَا لَكُـمۡ كَيۡفَ تَـحۡكُمُونَ ٣٦
Ey müşrikler! Size ne oluyor? Nasıl böyle bâtıl ve adaletsiz bir hüküm veriyorsunuz?!
أَمۡ لَكُـمۡ كِـتَـٰبٞ فِيهِ تَدۡرُسُونَۙ ٣٧
Yoksa (itaat eden ile isyan edenin, mu’min ile kâfirin eşit olduğu yazılı olan) size ait bir kitap var da oradan okuyarak mı bu hükmü veriyorsunuz?!
إِنَّ لَكُـمۡ فِيهِ لَمَا تَـخَيَّـرُونَ ٣٨
Size ait olan o kitapta, beğenip seçtiğiniz her şeyin ahirette sizin için olacağı mı yazılı?!
أَمۡ لَكُـمۡ أَيۡمَـٰنٌ عَلَيۡنَا بَـٰلِغَةٌ إِلَـىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِۙ إِنَّ لَكُـمۡ لَمَا تَـحۡكُمُونَ ٣٩
Yoksa hakkınızda verdiğiniz her hükmün kıyamet gününe kadar geçerli olacağına dair tarafımızdan size yeminle verilmiş bir söz mü var?!
سَلۡهُمۡ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ ٤٠
Ey rasulüm! O müşriklere sor bakalım, onlara böyle bir söz verdiğimize dair (bunu ispat etmek için) hangileri kefil oluyor?!
أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَـآءُ فَلۡيَأۡتُواْ بِشُرَكَـآئِهِمۡ إِن كَـانُواْ صَٰدِقِيـنَ ٤١
Yoksa onların (ceza ve mükâfaat konusunda mu’minler ile kâfirleri bir tutan, Allah’a eş koştukları) ortakları mı var?! Eğer iddialarında doğru iseler o ortaklarını getirsinler bakalım!
يَوۡمَ يُـكۡشَفُ عَن سَاقٖ وَيُدۡعَوۡنَ إِلَـى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَـسۡتَطِيعُونَ ٤٢
O gün (kıyamet gününde) incikten açılır (durum çok şiddetlenir) ve secdeye davet edilirler fakat (kâfirler ile münafıklar) buna güç yetiremezler.