إِذۡ نَادَىٰهُ رَبُّهُۥ بِٱلۡوَادِ ٱلۡمُقَدَّسِ طُوًى ١٦
Rabbi, Musa ile mukaddes (temiz ve mübarek) Tuvâ Vadisinde kelam etmişti.
إِذۡ نَادَىٰهُ رَبُّهُۥ بِٱلۡوَادِ ٱلۡمُقَدَّسِ طُوًى ١٦
Rabbi, Musa ile mukaddes (temiz ve mübarek) Tuvâ Vadisinde kelam etmişti.
ٱذۡهَبۡ إِلَـىٰ فِرۡعَوۡنَ إِنَّهُۥ طَغَـىٰ ١٧
Ey Musa, Firavun’a git (onu, beni tevhid etmeye ve bana itaate çağır)! Muhakkak ki o (küfür, şirk ve zulüm işlemekte) iyice azdı.
فَقُلۡ هَل لَّكَ إِلَـىٰٓ أَن تَزَكَّـىٰ ١٨
Ve Firavun’a vardığında ona (yumuşak ve güzel bir üslupla), “Senin küfür ve şirklerden temizlenip de gerçek Rabbine iman etme zamanın gelmedi mi?” de!
وَأَهۡدِيَكَ إِلَـىٰ رَبِّكَ فَتَخۡشَـىٰ ١٩
Ona şunu da söyle: “Ben sana, Rabbinin razı olduğu doğru (hiçbir eğriliği bulunmayan) dini göstereyim ki sen de ona uyduğunda Rabbinin azabından kurtulabilesin.”
فَأَرَىٰهُ ٱلۡأٓيَةَ ٱلۡكُبۡـرَىٰ ٢٠
Bunun akabinde Musa, (kendisinin Allah’ın rasulü olduğunu ispat eden) büyük delilleri (elinin beyaz olma ve asanın yılana dönüşme mucizesini) Firavun’a gösterdi.
فَكَذَّبَ وَعَصَـىٰ ٢١
Firavun ise Musa’nın getirdiği büyük mucizeleri yalanladı ve onun (“Bütün şirkleri terk edip Allah’a iman et!”) emrine karşı geldi.
ثُمَّ أَدۡبَرَ يَـسۡعَـىٰ ٢٢
Sonra Firavun, Musa’yı umursamadan arkasını dönüp gitti ve Allah’ın razı olmadığı amelleri yapmaya devam etti.
فَحَشَرَ فَنَادَىٰ ٢٣
Ve Musa’yı yenmek için bütün ordusunu topladı ve kavmine seslendi.
فَقَالَ أَنَا۠ رَبُّـكُـمُ ٱلۡأَعۡلَـىٰ ٢٤
Ve (seslendiği kavmi toplanınca) onlara şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, sizin en yüce rabbinizim (başkasına değil, sadece bana itaat edeceksiniz)!”*
* Firavun’un kavmine, “Sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum.” sözü, “Benden başka mutlak itaat edeceğiniz bir ilah bilmiyorum. Çünkü mutlak itaat edeceğiniz tek ilah benim.” manasındadır. Firavun, kavminden kendisine namaz kılmalarını ya da oruç tutmalarını istememiştir. Onlardan istediği şey mutlak itaattir; yani ne emir verirse versin kendisine itaat etmeleridir. “Ben, sizin en yüce rabbinizim.” sözünden kastı da böyledir. Yani Firavun’un ilahlık taslaması bu konudadır. Allahu Teâlâ’dan başkasına kim olursa olsun mutlak itaat edilme hakkı verilirse o, ilah edinilmiş demektir. Kim de bu hakkın kendisine verilmesini isterse ilahlık taslamış olur. Çünkü mutlak itaat edilme hakkı sadece Allahu Teâlâ’ya aittir. O’nun dışındaki varlıklara Allahu Teâlâ için ve Allahu Teâlâ’ya karşı gelmemek şartıyla itaat edilir.
فَأَخَذَهُ ٱللَّهُ نَـكَـالَ ٱلۡأٓخِرَةِ وَٱلۡأُولَـىٰٓ ٢٥
Allah da Firavun’u, (rasule tâbi olmayıp ilahlık taslamaya devam ettiği için) hem ahirette (şiddetli azapla) hem de dünyada (suda boğmakla) cezalandırdı.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبۡـرَةٗ لِّمَن يَـخۡشَـىٰٓ ٢٦
Muhakkak ki Firavun’un hem dünyada hem de ahirette cezalandırılmasında, Allah’tan korkanlar için ibretler vardır.
ءَأَنتُمۡ أَشَدُّ خَلۡقًا أَمِ ٱلسَّمَآءُۚ بَنَىٰهَا ٢٧ رَفَعَ سَمۡكَهَا فَسَوَّىٰهَا ٢٨ وَأَغۡطَشَ لَيۡلَهَا وَأَخۡرَجَ ضُحَىٰهَا ٢٩
(Ey dirilmeyi inkâr eden müşrikler!) Sizi yaratmak mı daha zordur yoksa göğü yaratmak mı?! Bilin ki onu Allah bina etti ve bir tavan gibi yükseltip (içinde hiçbir çatlak ve eksiklik olmayacak şekilde) düzgün kıldı. (Güneş battığında) Gecesini kararttı ve (güneş çıktığında) gündüzünü ağarttı.
وَٱلۡأَرۡضَ بَعۡدَ ذَٰلِكَ دَحَىٰهَآ ٣٠
Ondan sonra yeri (insanların rahat yaşayıp yürüyebileceği şekilde) yaydı.
أَخۡرَجَ مِنۡهَا مَآءَهَا وَمَرۡعَىٰهَا ٣١
Yerden (hem sizin hem de hayvanlarınız ve ekinleriniz için) onun suyunu çıkarıp akıttı ve (hayvanlarınızın yemesi için) onun otlarını bitirdi.
وَٱلۡـجِبَالَ أَرۡسَىٰهَا ٣٢
Dağları da (kazıklar gibi) sapasağlam bir şekilde yere yerleştirdi.
مَتَـٰعٗا لَّـكُـمۡ وَلِأَنۡعَٰمِكُـمۡ ٣٣
Bütün bunları hem sizin hem de hayvanlarınızın faydalanması için yarattı. (Bunları yaratan, sizi öldükten sonra diriltmekten elbette âciz değildir.)
فَإِذَا جَآءَتِ ٱلطَّآمَّةُ ٱلۡكُبۡـرَىٰ ٣٤
En korkunç hadiselerin insanları tamamen kuşattığı zaman (ikinci kez sûra üflendikten sonra dirilişin olduğu kıyamet günü) gelince…
يَوۡمَ يَتَذَكَّرُ ٱلۡإِنـسَـٰنُ مَا سَعَـىٰ ٣٥
İşte o gün insan, (hayır olsun şer olsun, dünyada iken) yaptığı ne varsa hepsini (amel defterine bakıp) hatırlar.
وَبُرِّزَتِ ٱلۡـجَحِيمُ لِمَن يَرَىٰ ٣٦
O gün cehennem de bakan herkese apaçık görecek şekilde gösterilir.
فَأَمَّا مَن طَغَـىٰۙ ٣٧ وَءَاثَرَ ٱلۡـحَيَوٰةَ ٱلدُّنۡيَاۙ ٣٨
Haddini aşıp Allah’ın emirlerine bile bile karşı gelerek kibirlenen ve dünya hayatının mutluluğunu (ahiret hayatına) tercih edene gelince...
فَإِنَّ ٱلۡـجَحِيمَ هِـيَ ٱلۡمَأۡوَىٰ ٣٩
Bilinmelidir ki böyle olan kimsenin (kıyamet gününde ebedî) barınağı, ateşi çok şiddetli yakan cehennem olacaktır.
وَأَمَّا مَنۡ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِۦ وَنَهَـى ٱلنَّفۡسَ عَنِ ٱلۡهَوَىٰۙ ٤٠ فَإِنَّ ٱلۡـجَـنَّـةَ هِـيَ ٱلۡمَأۡوَىٰ ٤١
Rabbinin huzurunda (kıyamet günü) hesaba çekilmekten korkan ve (O’nun emirlerine itaat ederek) nefsini (Allah’ın razı olmadığı konularda) hevasının isteklerinden alıkoyana gelince; muhakkak ki onun (kıyamet gününde ebedî) kalacağı yer cennet olacaktır.
يَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلسَّاعَةِ أَيَّانَ مُرۡسَىٰهَا ٤٢
Ey rasulüm! Dirilişi inkâr eden müşrikler (alay ederek) sana, kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar.
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكۡرَىٰهَآ ٤٣
Ey rasulüm! Kıyametin ne zaman kopacağı konusunda senin hiçbir bilgin yoktur ki onlara kıyametin ne zaman kopacağını haber veresin.
إِلَـىٰ رَبِّكَ مُنتَهَىٰهَآ ٤٤
Şu bilinmelidir ki kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir.
إِنَّمَآ أَنتَ مُنذِرُ مَن يَـخۡشَىٰهَا ٤٥
Ey rasulüm! Senin görevin ise (dünyada yaptıklarından dolayı) kıyamet azabından korkanları uyarmaktır (çünkü sadece onlar senin uyarılarından istifade eder).
كَأَنَّهُمۡ يَوۡمَ يَرَوۡنَهَا لَمۡ يَلۡبَثُوٓاْ إِلَّا عَشِيَّةً أَوۡ ضُحَىٰهَا ٤٦
Kıyametin geleceğine inanmayanlar, kıyamet gününü (korkunç olaylarını) gördükleri zaman dünyada sadece bir akşam ya da bir kuşluk vakti kadar (çok kısa bir müddet) kaldıklarını zannederler.