بَلۡ تُـؤۡثِرُونَ ٱلۡـحَـيَـوٰةَ ٱلدُّنۡيَا ١٦
Fakat siz, ey insanlar! (Ebedî ahiret için gereken hazırlığı yapmayarak geçici) Dünya hayatını (süsünü ve rahatlığını) tercih ediyorsunuz.
بَلۡ تُـؤۡثِرُونَ ٱلۡـحَـيَـوٰةَ ٱلدُّنۡيَا ١٦
Fakat siz, ey insanlar! (Ebedî ahiret için gereken hazırlığı yapmayarak geçici) Dünya hayatını (süsünü ve rahatlığını) tercih ediyorsunuz.
وَٱلۡأٓخِرَةُ خَيۡـرٞ وَأَبۡقَـىٰٓ ١٧
Bilin ki ahiret (nimetleri, mutluluğu ve rahatlığı geçici dünya nimetlerinden) daha hayırlı ve kalıcıdır. (Gerçek menfaatini bilen, geçici dünya nimetlerini elde etmek için ahireti kazandıran amelleri terk etmez.)
إِنَّ هَـٰذَا لَفِـي ٱلصُّحُفِ ٱلۡأُولَـىٰ ١٨
Ey rasulüm! Bil ki (bu haber ve emirler, sadece sana indirilmiş değildir) bunlar, senden önceki rasullere inen sayfalarda da vardır.
صُحُفِ إِبۡرَٰهِيمَ وَمُوسَـىٰ ١٩
Bu sayfalar, Allah tarafından İbrahim’e ve Musa’ya indirilen sayfalardır.
Mekke’de inmiştir. Ayet sayısı 26, kelime sayısı 92, harf sayısı 371’dir.
سُـورَةُ ٱلۡـغَاشِـيَـةِ
هَلۡ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ٱلۡغَـٰشِيَةِ ١
Ey rasulüm! El-Ğāşiye’nin (dehşeti insanları ve cinleri kaplayan kıyametin) haberi sana gelmedi mi?!
وُجُوهٞ يَوۡمَئِذٍ خَـٰشِعَةٌ ٢
O gün (insanlar ya şakîdir ya da mutludur) şakîlerin yüzleri zillet içinde olacaktır.
عَامِلَةٞ نَّاصِبَةٞ ٣
Onlar durmadan çalışır fakat boşuna yorulurlar.
تَصۡلَـىٰ نَارًا حَامِيَةٗ ٤
Sıcaklığı çok şiddetli bir ateşte yanacaklardır.
تُسۡقَـىٰ مِنۡ عَيۡـنٍ ءَانِيَةٖ ٥
Çok sıcak bir su gözesinden içirileceklerdir.
لَّيۡسَ لَهُمۡ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٖ ٦
Onların (orada) çok pis, tiksindirici ve zararlı bir yiyecekten başka yiyecekleri olmayacaktır.
لَّا يُـسۡـمِنُ وَلَا يُغۡنِـي مِن جُوعٖ ٧
Yedikleri bu pis şey, onları ne besler ne de açlıklarını giderir.
وُجُوهٞ يَوۡمَئِذٖ نَّاعِمَةٞ ٨
O gün, mutlu olanların yüzleri ise sevinçten parlar.
لِّسَعۡيِهَا رَاضِيَةٞ ٩
Onlar, (ahirette mükâfaatını aldıkları) dünyadaki salih amellerinden razıdırlar.
فِـي جَنَّةٍ عَالِيَةٖ ١٠
Her yönden çok muazzam bir cennet içinde olacaklardır.
لَّا تَـسۡمَعُ فِيهَا لَـٰغِيَةٗ ١١
Orada kendilerini rahatsız edici hiçbir kötü ya da boş söz işitmezler.
فِيهَا عَيۡـنٞ جَارِيَةٞ ١٢
Orada, istedikleri yere akıttırabildikleri devamlı akan pınarlar vardır.
فِيهَا سُرُرٞ مَّرۡفُوعَةٞ ١٣
Orada, (yatan kişinin etrafındaki nimetleri rahatça görebileceği) yüksek divanlar vardır.
وَأَكۡوَابٞ مَّوۡضُوعَةٞ ١٤
Ve içmeye hazır, dolu kadehler vardır.
وَنَمَارِقُ مَصۡفُوفَةٞ ١٥
Yan yana dizilmiş yastıklar ile minderler de vardır.
وَزَرَابِـيُّ مَبۡثُوثَةٌ ١٦
Etraflarında serilmiş halılar da vardır.
أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَـى ٱلۡإِبِلِ كَيۡفَ خُلِقَتۡ ١٧
(Dirilişi ve kendilerine gelen hakkı yalanlayan) O kâfirler, devenin nasıl yaratıldığına iyice baksınlar (Allah’ın onu nasıl mükemmel bir şekilde yaratıp âdemoğlunun menfaatine boyun eğdirdiğini ibretle düşünsünler).
وَإِلَـى ٱلسَّمَآءِ كَيۡفَ رُفِعَتۡ ١٨
Ve göğün (onları koruyan bir tavan gibi) nasıl direksiz yükseltildiğini ibretle düşünsünler.
وَإِلَـى ٱلۡـجِبَالِ كَيۡفَ نُصِبَتۡ ١٩
Ve (yeryüzünü sabitleştirmek için) dağların nasıl dikildiğine ibretle baksınlar.
وَإِلَـى ٱلۡأَرۡضِ كَيۡفَ سُطِحَتۡ ٢٠
Ve yerin, (üzerinde rahat yürünüp yerleşilebilmesi için) nasıl yayıldığına ibretle baksınlar.
فَذَكِّرۡ إِنَّمَآ أَنتَ مُذَكِّرٞ ٢١
Ey rasulüm! (Dirilişi ve getirdiklerini yalanlayan) Bu kâfirleri, (küfür ve şirk üzere kalmakta ısrar ederlerse) Allah’ın azabıyla korkut! Sen ancak hakkı anlatmak ve ona uymayanları azapla uyarmakla görevlisin (onları imana muvaffak kılmak ise sadece Allah’a aittir).
لَّسۡتَ عَلَيۡهِم بِمُصَيۡطِرٍ ٢٢
Ey rasulüm! Sen, onları hakka tâbi olmaya zorlamakla görevli değilsin.
إِلَّا مَن تَوَلَّـىٰ وَكَفَرَ ٢٣
Ancak sana tâbi olmaktan yüz çevirip Allah’ın birliğini, seni ve getirdiklerini inkâr eden kişiye gelince…
فَيُعَذِّبُهُ ٱللَّهُ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَكۡبَـرَ ٢٤
Muhakkak ki Allah, böyle kimseleri (kıyamet gününde ebedî olarak cehenneme sokup) en şiddetli azaba uğratacaktır.
إِنَّ إِلَيۡنَآ إِيَابَهُمۡ ٢٥
Hiç şüpheleri olmasın ki muhakkak onların (öldükten sonra hesap için) dönüşleri sadece bizedir.
ثُمَّ إِنَّ عَلَيۡنَا حِسَابَهُم ٢٦
Sonra onları hesaba çekmek (ve hak ettikleri cezayı vermek) bize aittir.